"Kyoto Havayı Kirletme Hakkına Pazar Sunuyor"
"Kyoto
Protokolü'yle havanın piyasalaştırılmasının hipotezi oluşur. Böylece hava artık
herkese ait olmaktan çıkıp, onu kirletme hakkının satılabilir alınabilir bir
mala dönüştürülmüştür. Havayı kirletme hakkı parça parça güçlü şirketlere
devredilmiştir."
BİA
Haber Merkezi
19/02/2007
BİA
(İstanbul) - Küresel
ısınmanın, iklim değişikliğinin uzak bir tehlike değil, içinde olduğumuz
yaşamsal bir mesele olduğu anlaşıldığından beri, Kyoto
Protokolü'nü bir çözüm önerisi olarak daha sık duymaya başladık.
Türkiye'nin de Kyoto Protokolü'nü bir an önce imzalaması için imza
kampanyaları başlatıldı. Kyoto'yu İmzala kampanyasına dört günde 15
binden fazla imza geldi.
Ancak Kyoto Protokolü'nün çözüm olmamasının yanı sıra, kapitalizme yeni
olanaklar yarattığını söyleyen çevreci gruplar da var.
Ekoloji Kolektifi de
kamuoyunu, Kyoto Protokolü'yle havayı kirletme hakkının satılabilir-alınabilir
bir mala dönüştürülebileceğine karşı uyarıyor. Aşağıda Ekoloji Kolektifi'nin Institus
für Ökologie'den aldığı metni yayımlıyoruz.
Kyoto Protokolü
Neo-Liberal "Hava"dan Başka Bir şey Değildir
Küresel İklim Değişikliğini durdurmak isteyen herkes, Kyoto Protokolüne karşı
olmalıdır. Çünkü protokol hiç bir şekilde Emisyon salımlarını azaltmamakta,
aksine durumu daha da kötüleştirmektedir.
Toplumsal adaletin hakim olduğu, tüm insanların özgür bir yaşama eşit
olanaklarla ulaşabileceği bir dünyada yaşamak isteyen herkes Kyoto Protokolüne
karşı savaşmalıdır.
Çünkü Kyoto Protokolü aynı zamanda eşitsizlikleri yeniden üretmektedir ve
sömürü zihniyetinin bir uzantısıdır.
Kyoto'ya Karşı Temel Argüman: Daha Fazla Kapitalizm
Neoliberalizm, para dolaşımı mantığının modernleşmesi ve yaygınlaşmasıdır.
Neoliberalizm ile birlikte, kısa süre içinde, önceden kamuya ait olan ve
kamunun yasa ve düzenlemelerine tabi olan yaşamsal öneme sahip alanlar özel
sektörün piyasa mantığına göre düzenlenmiş karı maksimize etme güdüsüne teslim
edilmiştir.
Bu alanlara bugüne kadar özel mülkiyetin konusunu oluşturmamış su, hava ve
hatta genler de dahil edilmiştir.
Hava diğerlerinden farklı olarak, ele geçirilebilir olmadığından kolayca bir
değişim aracına dönüştürülememiştir. Bu durum neoliberal dev pazarın
mimarlarını İklim Değişikliğinin gündemde olduğu bir dönemde zekice bir plana
sevk etmiştir:
Havanın kendisi mala dönüştürülemiyorsa, "Havayı Kirletme Hakkı"
piyasanın ellerine teslim edilebilir. Kyoto Protokolü, sera etkisi olan gazları
özellikle CO2 yi kapsar ve hepsi CO2 eşdeğerliliğine göre ölçülür.
Kyoto Protokolü'yle Havanın piyasalaştırılmasının hipotezi oluşur. Böylece hava
artık herkese ait olmaktan çıkıp, onu kirletme hakkının satılabilir alınabilir
bir mala dönüştürülmüştür.
Havayı kirletme hakkı parça parça güçlü şirketlere devredilmiştir. Kyoto bu
haliyle, piyasa mantığının yaygınlaşmasının ve neoliberalizmin klasik bir
formunun göstergesidir.
Kyoto'ya Karşı İkinci Argüman: Modern Kolonyalist Teorinin Güçlenmesi
Kyoto Protokolü'nün diğer mekanizmaları sanayisi gelişmemiş ülkelere yapılan
büyük yatırımlar eliyle sanayi ülkelerinin yararına hizmet etmektedir.
Böylece yeni nükleer santrallar, büyük barajlar, ormanlık alanlar iklim
değişikliğini durdurma adına hesaplanabilir hale gelmektedir.
Bu durum başkası tarafından karar verilmiş sanayileşmeye yönelik ilgiyi
sanayileşmemiş ülkelerde arttıracaktır. Bu ülkelerde, kendileri asla emisyon
iznine sahip olamayacak insanlar, buna karşın kendi ülkelerinin gelişme
politikalarına ilişkin söz hakkını yitireceklerdir.
Tüm bunlara ek olarak emisyon izinlerinin çoğalması, uzun vadede bütün ülkeler
için üst sınırların belirlenmesi, fakir ülkelerin gelişme koşullarını gün be
gün azaltacaktır.
Dünyadaki hakim eşitsizlik politikalarıyla birlikte düşünüldüğünde fakir
ülkelerin kendi emisyon izinlerini zengin ülkelere satacakları ve böylece
hukuksal olarak da bağımlı hale gelecekleri aşikardır.
Kyoto'ya Karşı Üçüncü Argüman: Daha Fazla Sera Gazı
Sanayi ülkeleri verimliliklerini %5,2 oranında azaltmak zorundadır. Aslında bu
sayı Birleşmiş Milletler tarafından belirlenmiştir ve gerçekte %60 veya %80
oranında olmalıdır.
Buna rağmen gerçekte sayılar çok daha ürkütücüdür. Kirletme hakkının
satılabilir oluşu ve fakir ülkelerde bulunan ormanlık alanlara istinaden onlara
daha çok kirletme hakkının verilmesi sayesinde %5,2'lik azaltma görünüşte
gerçekleştirilirken, gerçekte emisyon salımında bir artış söz konusudur.
Kaldı ki sanayi ülkelerine yetişmeye çalışan diğer ülkeler emisyon salımını
artırabilirler. Bununla birlikte, Dünya Ticaret Örgütü ve Dünya Bankası'nın
aşırı sömürüye dayanan zihniyetlerinin elinde çevresel zararlar satış konusu
oluşturur.
Sanayi ülkelerinin büyük şirketleri, Maquilas (1) örneğinde olduğu gibi
fabrikalarını insanın ve doğanın sömürüsünün daha kolay olduğu alanlara, fakir
ülkelere taşıyabilirler.
Dördüncü Argüman: Hukuksal Olarak Güvence Altına Alınmış Sera Gazı
Kyoto Protokolü'yle piyasa mantığına göre şekillendirilmiş hava kirletme
hakları düzenlenir. Zaman içinde gelişmekte olan ülkelerin de üst sınırları
belirlenerek bu protokole dahil edilmesi beklenmektedir.
İşte o zaman şimdi başlayan süreç tam olarak sonuçlanmış olacak, zaman içinde
zengin ülkeler emisyon haklarını güvence altına alacaklar ve bununla sadece
çevreyi kirletme haklarını değil, aynı zamanda kendilerinin daha fazla
sanayileşmesinin şansını da güvence altına alacaklardır. Küresel eşitsizlik
böylece çoğalacaktır.
Sanayi ülkeleri kendi yarattıkları çevre kirliliğini Kyoto ile
hukuksallaştırmaktadırlar.
Beşinci Argüman: Kyoto Tartışması Her Şeyi Felce Uğratıyor
Birleşmiş Milletler'deki İklim Değişikliği tartışmaları, hem zaman, finansman
açısından hem de iklim değişikliğinin durdurulmasını önemseyen binlerce insanın
umudu açısından büyük bir potansiyeli tıkamaktadır.
Bu durum o kadar ileri gitmiştir ki, Almanya'daki bir çok çevre hareketleri,
ile doğrudan çevre kirliliğinden sorumlu ülke ve AB politikacıları (bunlar aynı
zamanda neo liberal eşitsizliğin tüm dünyadaki yayılımını da temsil ederler.)
Kyoto Protokolü'nde uzlaşmışlardır.
Burada önümüze koyulacak hedef, Kyoto'yu engellemektir. Nihayetinde yeniden
gerçek çevre korumacılığını talep etmek ve gerçekleştirmek!
Devletler ve şirketler çevre kirliliğinin ve sosyal sömürünün yaratıcısıdırlar.
Devletleri ve şirketleri bir araya getiren Birleşmiş Milletler ise neo
liberalizmin dünya çapında yürüttüğü hakimiyet savaşını sürdürülmesinin
aracıdır.
Onlar hiçbir zaman bizim ortağımız olamazlar. Onlar bizim karşımızdadır. Çevre
korumacılığı tabandan gelmelidir.
AB ve ABD arasındaki tartışma durumu daha kötüye götürmektedir
ABD Başkanı Bush'un hegemonik gücünü kırma adına öne sürülen Kyoto Protokolü,
aslında politik strateji içinde onun lehine çevrilmiştir. Çünkü bu tartışma
beraberinde bu zihniyetin eline yeni kozlar vermektedir:
* Protokol'ün kapsamı ABD ile uzlaşma adına daraltılmış, bu haliyle daha
da kötüleşmiştir.
* Sanayileşmemiş ülkeler "büyük yol gösterici ülkelerin"
elinde figüranlara dönüşmüştür.
* Önceden eleştirel bir tutuma sahip olan çevre hareketleri ve medya AB
politikalarını destekler hale dönüşmüştür.
Sonuç: Kyoto Protokolü'nü savunanlar, gücün ve değerin neo kolonyalizm
ve neoliberal pratik içindeki yayılımını savunmaktadırlar.
Ve onların özgürleştirici bir politika ile hiç bir ilişkisi olamaz. (SY/NZ)
* Instituts
für Ökologie'nin Kyoto Protokolü'ne Karşı Görüşü'nü, Ekoloji
Kolektifi'nden Sanem Yardımcı Türkçeleştirdi.